Kim Bu Afganlar?

Ülkemiz 2011 yılı itibari ile küresel bir göç dalgasıyla mücadele ediyor. Suriye, Afganistan, Pakistan, başta olmak üzere Afrika Ülkeleri vatandaşlarının ortak yerleşke ve geçiş güzergâhı olan Türkiye, sığınmacılar, mülteciler ve göçmenler için kalıcı bir coğrafya haline dönüştü.

Ülkemiz,2. Dünya savaşı sonrası Avrupalı mültecileri korumaya yönelik Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Sözleşmeyi bir diğer adıyla, 1951 Mülteci Sözleşmesini tarih ve coğrafi kısıtlık şartıyla kabul etti. Yine 1967 yılında gerçekleşen bir diğer protokolle tarih ve coğrafi sınırlılık tüm ülkeler tarafında kaldırıldı. Ancak Türkiye,sadece tarih sınırlılığını kaldırarak, coğrafi sınırlamayıda koruyarak bu protokolü de onayladı.

Coğrafi sınırlamanın korunmasının nedeni, Türkiye’nin bulunduğu coğrafi konumu sebebiyle şiddet ve çatışmaların yoğun yaşandığı ülkelerden gelebilecek mülteci akınlarını engellemektiBu hukuka göre mülteci tanımında bulunan “coğrafi sınırlama” olmasa, Asya, Afrika ve Avrupa kıtalarının kesişim noktasında bulunan, etnik, dini ve ekonomik çıkar çatışmalarının yaşandığı ülkeler ile refah seviyesi yüksek toplumların yaşadığı ülkeler arasında bir geçiş konumunda bulunan Türkiye’nin sürekli ve büyük bir mülteci akınıyla karşı karşıya kalmasının önüne geçilebilecekti. Türkiye’nin mülteci vatanı olmasının önüne geçen önemli bir kısıtlama olmasıyla beraber, daha çok Avrupa’ya geçişlerinde önünü de kapatmış oluyordu.

Türkiye her ne kadar coğrafi kısıtlama uygulamasını devam ettirse de göç güzergâhları üzerinde bulunmasından dolayı, göç hareketliliği açısından transit geçiş ülkesi olduğu gibi, gelişen ve büyüyen ekonomik yapısıyla da hedef ülke hâline geldi. 1990’lı yıllardan itibaren yakın komşularımızda yaşanan istikrarsızlıklar, savaşlar ve iç çatışmalar sebebiyle uluslararası göç hareketliliğinden olumsuz etkilenen Ülkemiz, mülteciler mevzuatını ihtiyaçlar doğrultusunda yeniden düzenlemek zorunda kaldı.

Türkiye, 2011 yılında başlayan Suriye iç savaşı nedeniyle,ülkemizden ve diğer ülkelerden uluslararası koruma almak isteyen milyonlarca Suriyeli sığınmacıyı topraklarına alsa da Uluslararası koruma statüsü verecek hukuki alt yapıya sahip değildi.

Bunun üzerine Avrupa Birliği iltica sistemi ile uyumlu olarak 2014’te yürürlüğe giren 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu Cumhurbaşkanı tarafından onaylanarak yürürlüğe alındı.

6458 sayılı YUKK’a dayanarak ülkemizde bulunan yaklaşık 3,5 milyon Suriyeli sığınmacıya“geçici koruma statüsü” verilerek barınma, korunma, yaşam, iş, sağlık, eğitim, geri gönderilmeme gibi haklardan faydalanma statüsü kazandırılmış oldu. Diğer yabancılarla birlikte, Göç İdaresi Başkanlığının vermiş olduğu resmi rakamlara göre ülkemizdeki kayıtlı yabancı sayısı 4.892.752 kişiye ulaştı, Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’a göre ise bu rakam 13 milyonun üzerinde.

Bir yabancının Türkiye’de uluslararası korumadan yararlanabilmesi için, mülteci, şartlı mülteci veya ikincil koruma statülerinden birine sahip olması gerekmekte. Resmi verilere göre ülkemizde bulunan ve geçici koruma rejimi altına alınabilen 3.5 milyon Suriyeli ise bu statülerin dışında bulunmaktalar.

Bu kişiler için, Üçüncü Ülkeye Yerleştirilme,Gönüllü Geri Dönüş ve Yerel Entegrasyon şeklinde üç farklı kalıcı çözüm uygulanabilirdi.

Ancak “geçici koruma” uluslararası koruma statüleri arasında sayılmadığından Türkiye’de geçici koruma statüsü ile korunan Suriyeliler için, olması gereken bu üç çözüm önerisi de uygun görünmemekte.

Nedenleri üzerinde duracak olursak;

Suriyeliler, uluslararası koruma statüsü elde edemedikleri için üçüncü ülkelere yerleştirilme imkânları söz konusu değil.Kaçak olarak Avrupa’ya geçebilenler ise Türkiye’nin, 2014yılında yürürlüğealdığı,vize serbestliği ve geri kabul anlaşması gereği tekrar ülkemize iade edilmekte.

Suriye’de yaşanan iç savaş (kısmen) ve istikrarsızlık halen sürdüğünden ve iki ülke arasındaki diplomatik sürecin sona ermesi gibi nedenlerden,(ayrıca sığınmacılara sağlanan ülkemizdeki sosyal imkânları da göz ardı etmemek lazım) gönüllü geri dönüş imkânı da mümkün görünmemekte.

Türkiye’nin yapabileceği geriye sadece entegrasyonu (yerel bütünleşme-uyum) sağlayarak ikamet hakkı ve vatandaşlıkla sonuçlanabilen bir kazanım olabilirdi. Sığınma nüfusunun ani ve yoğunluğu nedeniyle iktidarın hazırlıksızlığı veya hataları bu süreci de zayıf bıraktı

Entegrasyon anlayışına biraz değinecek olursak,resmi olarak kapsayıcı birdevlet organizasyonu olmamasına rağmen, özellikle inanç birliği, ensar-muhacir geleneği,merhamet ve mazluma yardım etme anlayışıyla Türk halkı tarafından kendiliğinden oluşan bir uyum ve dayanışma süreci başlatıldı.

Aradan 12 yıl gibi uzunca bir süre geçmesine rağmen uyum sağlamak istemeyen Arap milliyetçiliği ve kültürü ile karşı karşıya kalan Türk halkının, özellikle son iki yılda Suriyelilerin ülkelerine gönderilmelerine yönelik kampanyaları önemsediği ve desteklediği açıkça görülmekte, yani Türk halkı uyum sürecinin sonuçsuz kaldığı kanısında.

İç ve dış politikada, hem iktidar, hem de muhalefet tarafından, sık sık siyasi propagandalara konu edinen, kayıtlı kayıtsız,  13  milyondan fazla olduğu söylenen ülkemizdeki yabancılar hakkında, yakın orta ve uzak ölçekli somut, şeffaf ve uygulanabilir bir karalılığa ihtiyaç var. İç güvenlik, sınır güvenliği, üretim, iş gücü, kültürel çatışma, demografik değişiklik, eğitimde ve sağlık hizmetlerinde daralma gibi büyüyen sorunlara yönelik atılacak adımlar arasında sığınmacıların rolü önemsenerek yok sayılmaktan vazgeçilmeli.

Mehmet Şimşek’in aldığı tedbirlere ve çözümlere bakacak olursak geçici koruma altında bulunan 3,5 milyon Suriyeli hazineye yük değil. MEB, Sağlık Bakanlığı, Kültür Bakanlığı, İç İşleri Bakanlığı gibi kurumlarımızın almış olduğu tedbirler geçici koruma altında bulunan insanları kapsamıyor. Örneğin Kültür Bakanlığının ne gibi uyum çalışmaları var, Sağlık Bakanlığının doğurganlık oranından haberi var mı? Dış İşleri Bakanlığımızın Suriye hükümeti ile süreci yönetme ve gönüllü geri gönderme girişimi var mı?

2006 yılında yürürlükten kaldırılan, 1934 tarihli ve 2510 sayılı İskân Kanununa göre, hangi nüfusun, nerelere yerleştirileceği, nüfus mıntıkaları adı altında tasnif edilerek belirleniyordu. Türk kültürüne ait olmayan yabancıların, köy veya kasaba gibi kendilerine has yerleşim yeri oluşturmaları veya çoğunlukta bulunmaları, işçi ve zanaat kümeleri kurmaları veya kendi soydaşlarına mahsus hizmet vermeleri ve özellikle kasaba ve şehirlere yerleşen yabancıların sayısı bağlı bulundukları belediye sınırları içindeki nüfusun %10’nu geçemeyecek şekilde belirlenerek uygulanıyordu.

Türk kültürüne bağlı olmayanları, Türkiye’ye göç edemeyecekler arasında gören bu kanun, görüldüğü üzere ülke güvenliği ön plana alınarak madde-madde hazırlanmış. Yaklaşık 90 yıl önce hazırlamasına rağmen öngörücü kalıcılığı ile günümüze ışık tutan hukuki bir düzenlemeydi.

Günümüzde ise ülkemizdeki yabancıların, şehirlerimizdeki nüfus dağılım oranında bir kota durumu söz konusu değil. Örneğin Hakkâri’de bu oran %0,02 iken, Kilis’te %34. İskân planlamasına başka bir düzensizlik örneği verecek olursak, kendi pazarları, kendi yabancı menşeli ürünleri ve kendi mahalleleri ile iktisadi ve demografik olarak da kayıt dışı, kendilerine mahsus bir ekonomi ve toplulaşma oluşturmaktalar

Suriyeli sığınmacıların geliş nedenleri, göç nüfusunun cinsiyeti ve yaş dağılımı gerçek bir göç dalgasıyken sorun plansız ve kontrolsüz kalmalarıydı.

Asıl sorun, endişe verici ve tehlikeli bir göç dalgası olarak gördüğüm, yaklaşık 1500 km uzaktan, İran üzerinden, sadece bir sırt çantasıyla, aralarında kadın, çocuk ve yaşlıların olmadığı, belli bir askeri düzene sahip, sadece genç erkeklerden oluşan sayıları belli olmayan Afganlar.

Türk-Alman Üniversitesi öğretim üyesi, İltica ve Göç Araştırmaları Merkezi Başkan Yardımcısı Murat Erdoğan’a göre en az 500 bin Afgan’a ev sahipliği yapmaktayız.

Peki, bu insanlar ülkemize nasıl girdiler? Şehirlerimize kimler aracılığıyla dağıldılar? Hangi şehirlerdeler, nerede çalışır, nerede otururlar?

Hangi statü ile ülkemizde kayıt altındalar? Fatih Altaylı şu soruları sormakta haksız mı?  “Bu ülke yolgeçen hanı mı, bu insanlar CIA beslemesi mi?”

Sonuç olarak üçüncü ülkelere ve kendi ülkelerine gönderemediğimiz, entegre edemediğimiz, kayıtlı kayıtsız, eğitimsiz, doğurgan ve çoğunluğu erkeklerden oluşan milyonlarca insan adına, kendi adımıza, ülkemiz adına ve insanlık adına endişeli değil misiniz?

Twitter
Visit Us
Follow Me
Instagram
E-posta
RSS

Benzer Haberler

Daha fazla haber oku